Hepimiz, eksiklerimizin peşindeyiz ama hiçbirimiz, eksilenlerin farkında değiliz. Hayatlarımıza yeni hayatlar ekleyip çoğalmak dururken boşa harcanmış zamanlar yüzünden günbegün azalıyoruz.
Sabahlarına kar yağmış kuzeyli bir kentte uyanmak sevdasına bir ömür harcarken bütün güneyli kentleri ıskalıyoruz. Çığlık çığlığa bir kırmızı ile güneşe merhaba diyen ve gözü illaki fark edilir kılan sarmaşığı görmüyor gözümüz. Köşe başlarında, duvar diplerinde genzimizi yakan kokusu ve ateşin kırmızısı ile yaz kış açan sardunyadan bî haber yaşıyoruz. Yaşamadığımız, rengini ve kokusunu tanımadığımız bir hayata övgüler düzüyoruz. Sardunyanın kokusunu ve sarmaşığın kırmızısını ıskalayan biri hayatı nasıl yaşayabilir ki? Duvarlarda, eski evlerin saçaklarından sarkan ve ben buradayım diye haykıran sarmaşıklardan habersizsek, bir ömür hüzünle bakan gözleri görebilir miyiz, görsek bile tanımlayabilir miyiz?
Bunca şeyden gözlerimizi kaçırmamız korkumuzdandır. Ve korkularımızdır hayatı eksilten, eksikliklerimizi fark ettirmeyenler. Bir insandan razı olmak varken eksikliklere razı olmak ezberletilmiştir bize. Bütün ezberler gibi kötüdür bu ezber de. Biz yine de devam ederiz ezbere; Çünkü öğrenmek korkutur bizi.
Edip CANSEVER’in o güzel dizelerde söylediği gibi yaşıyoruz hayatı:
“Yani bizim hiç korkmadığımız şeyler
Doğrusu en çok korktuğumuz şeylerdir gerçekte
İçimizde kahverengi bir dağ ölüsü yatar”
İçimizdeki kahverengi dağ ölüsünden kurtulmadıkça, kahverengi dağ ölüsünü öldürmedikçe hayatı ıskalamaya; sarmaşıkları ve sardunyaları fark etmeden sokakları arşınlamaya mecburuz. Mahkumluğumuz ve mahcupluğumuz korkularımızdandır. Ve korkularımız sürekli eksiltiyor bizi. Öğrenmek yerine ezbere, dokunmak yerine uzaktan izlemeye razı oluyoruz.
Howard FAST: “Yürek yalnız bir kez görür, sonra gözler görür.” diyor. Yüreklerimiz bir kez bile göremediğinden olsa gerek gözlerimiz bir ömür kör, sinir uçlarımız bir ömür ölü. Hayatı ne görebiliyor ne de dokunabiliyoruz ona. Dokunabilsek bütün eksiklerimiz tam olacak, görebilsek bütün korkularımız korkacak bizden. Korkuyu korkuttuğumuzda ve eksiklerimizi tam ettiğimizde hayat bizden razı olacak. İçimizdeki kahverengi dağ ölüsü, kendiliğinden bir top çingene pembesi sardunyaya, ateş kırmızısı Akdenizli bir sarmaşığa dönüşecek.
Ve biz, o zaman, ıskalanmış bir hayatın ortasında “Ben senden razıyım” diyen insanların sıcaklığında bulacağız kendimizi. Bütün ezberleri unutup öğrenilmiş tutkulara râm olacağız. O aman “Sabahlarına kar yağmış kentlerin” bir adım ötemizde olduğunu fark edeceğiz. Ve uzanıp değebileceğiz sarmaşığın kırmızısına, bütün gücümüzle içimize çekebileceğiz sardunyanın kokusunu.
Eksikliğimiz korkularımızdan. Ve belki de tüm korkularımız eksik bıraktıklarımızdan.