Canında can bulduklarımız, canına can katmak için yolunu gözlediklerimiz vardır. Kuramadığımız cümlelerin peşine takılıp giden, elimizden kaçan hayatlardır aslında gözlediğimiz. Gözümüz yollardadır, gönlümüz azapta. Ve beklediğimiz hiç gelmeyecek, gelemeyecek; yılları yok sayıp yollara düşemeyecek olandır. Yıllar uzadıkça yollar kaybolmuş, yolları düşledikçe yıllar aklına düşmüştür.
Canında can bulduklarımız, can içre sakladıklarımız vardır. Tenden uzak cana yakın; Taşkentlerin ayazında, yüreğimizin sıcağındadır onlar. Yüreklerinde ertelenmiş baharların sızısı, tenlerinde bitmeyen kışların titremesi vardır. Hükmedemedikleri hayatlarla ve her dem baharı özleyen mevsimlerle tanımlanan bir ömür sürerler onlar. Ve biz, o ömre ekleyemediğimiz bir ömrün kahrını taşırız yüreklerimizde.
Canında can bulduklarımız, canına can olmak istediklerimiz vardır. Ve aklımıza, HALLAC-I MANSUR’u düşürenlerdir onlar. O, “ENEL HAK” demiş canından olup canlar canını bulmuştu; biz “ENEL YAR” diyerek candan olup bir başka canda can bulmak isteriz. Biliriz ki candan ayrı bir can taşımak, ondan gayri bir can düşlemek zûldür bize. Ve böyle zamanlarda hatırlarız aşkın en büyük sesi FÛZÛLÎ’nin:
“Cânı kim cânânı için sevse cânânın sever
Cânı için kim ki Cânânın sever cânın sever”
deyişini de dilimiz tutulur söyleyecek söz bulamayız başkaca.
Canında can bulduklarımız, yoluna can koyduklarımız vardır. Ve onları zorlukların ötesinde belaların ırağında tutmak için cansiperâne gayret sarfederiz bir ömür.Biliriz ki, ona gelen bela bizedir. Onun yüreğine düşen küçücük bir sızı, sızım sızım sızlatır bizi; onun küçük yüzüne düşen hüzün dağlar içimizi. Biz ateşlerde olmaya razıyızdır ve dahi her dem ateşlerdeyizdir; ama o, can içre ve yürek serinliğinde olmalıdır.
Canında can bulduklarımız vardır, canında cihanı gördüklerimiz. Yaratılışın bütün güzelliği vardır onda, YARATICI’nın bütün hüneri. Canlar içinde bir candır ki, ibret-i cihandır o. Gözümüzü kör kılar başka canlara, kulağımızı sağır eder başka seslere. Ve üstad NEDİM’i hatırlatır her dem bize:
“Yok bu şehr içre senin vasfettiğin güzel Nedim
Bir peri sûret görünmüş bir hâyâl olmuş sana”
Evet bir sûrettir ve bir hâyâldir; ama o hâyâl yeter bize bir ömür, o sûret kazınır zihnimize ebediyyen.
Canında can bulduklarımız, canımıza ekleyip ezber ettiklerimiz vardır. Ezelî ve ebedî ezberimizdir onlar; ezelî ve ebedî can sebebimiz.
DÖRTLÜKLER
I
Çocuk yüzünden dizeler devşirdim,
Ellerinden bütün çocukların çocukluğunu.
Ve ben çocukların en çocuğu,
Sana en çocuk cümleler biriktirdim.
II
Tırnağın taşa değse,
Ben kocaman kayalar altında kalır ezilirim.
Yüreğin kışa değse,
Ben tepeden tırnağa kış kesilirim.
III
Dağlardan vazgeçtim,
Şehre ve hüzne hicret ediyorum.
Dağlara naralarımı bıraktım,
Düze ve sessizliğe göçüyorum.
IV
Dağlarına hüzün değmiş,
Bir ülke şimdi yüreğim.
Yorgun bir süvariyim kentlerde,
Gür naraları özlüyor sessizliğim.
V
Düş görmekten yorgun çocukluğumu,
Yıldız yorganı gecelerde unuttum.
Düşlere feda edip en çocuk uykumu,
Bir düşün peşinden yıllarca koştum.