Toplumların kültürel, sosyal ve ekonomik yaşamını doğrudan etkileyen, aynı zamanda dünyanın en büyük azınlık grubu olarak tanımlanan engelli bireyler, her yıl 3 Aralık Dünya Engelliler Günü vesilesiyle gündeme geliyor. Ancak bu günün ardından çoğu zaman bol hamasetle süslenen söylemler unutuluyor, yapılan sosyal yardımlar başarı hikâyesi gibi sunuluyor ve engelli bireylerin gerçek sorunları bir sonraki yılın 3 Aralık’ına kadar yine görünmez hale geliyor. Aileler ise protokol konuşmalarının, fotoğraf paylaşımlarının ardından her gün olduğu gibi kendi gerçekleriyle baş başa kalmaya devam ediyor. Asıl sorun, yetkililerin 3 Aralık’ı yalnızca bir anma günü olarak görüp, engellilik alanındaki yapısal körlüğü sürdürmesidir.
Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi, engelli bireylerin eğitimden istihdama kadar toplumsal hayata katılım oranıyla doğrudan ilişkilidir. OECD verilerine göre dünya nüfusunun yaklaşık %15’i engelli bireylerden oluşuyor. Türkiye’de Ulusal Engelli Veri Tabanı’na göre yaklaşık 1,5 milyon engelli birey bulunurken, resmi olmayan sayılar bu rakamın 9 milyona (nüfusun yaklaşık %13’üne) ulaştığını göstermektedir.
Türkiye’de engelli bireylerin ilkokul sonrası okulu bırakma oranının %60’lara ulaşması ise eğitimdeki eşitsizliğin ve fırsat yoksunluğunun boyutunu gösteriyor. Bu durum, çocuk yaşlardan itibaren sosyal hayattan kopmalarına, yoksullukla ve sosyal dışlanmayla karşı karşıya kalmalarına yol açıyor.
Oysa sadece sosyal yardım politikalarıyla “sadaka toplumu” yaratmak, engelli bireylerin tüm ihtiyaçlarının karşılandığını varsaymak ve onları toplumdan soyutlamak kabul edilemez. Engellilik tüm yönleriyle ele alınması gereken çok boyutlu bir sosyal politika alanıdır.
Peki zihinsel, işitme, görme, ortopedik, dil-konuşma, ruhsal ve duygusal engelli bireyler için neler yapılabilir?
Okulların fiziki standartları iyileştirilmeli, kaynaştırma eğitimi için yeterli öğretmen ve destek personeli yetiştirilmelidir.
Engelli bireylerin ailelerine yönelik bilinçlendirme ve psikososyal destek programları yaygınlaştırılmalı, maddi yetersizliklerle aileler baş başa bırakılmamalıdır.
Kamu binaları, toplu taşıma, kaldırımlar ve sosyal alanlarda erişilebilirlik standartları geliştirilmelidir. Yönlendirme sistemleri tamamlanmalı, destekleyici teknolojilere erişim kolaylaştırılmalıdır.
İhtiyacı olan herkesin zamanında ve kaliteli rehabilitasyon hizmetine erişimi sağlanmalıdır.
Rehabilitasyon hizmetlerindeki aylık 8 seans sınırı artırılmalı, hizmetler daha erişilebilir ve ekonomik hale getirilmelidir.
Kamu–özel sektör işbirliği güçlendirilmeli, engelli bireyler için istihdam kotaları etkin biçimde uygulanmalı ve denetlenmelidir.
Ulusal rehabilitasyon ve erişilebilirlik stratejileri oluşturulmalı, eğitim kapasitesi artırılmalı ve okul altyapıları engelli bireylere uygun hale getirilmelidir.
Toplumsal farkındalık artırılmalı, profesyonel sağlık ve destek personeli sayısı çoğaltılmalıdır.
Bu konunun bir diğer boyutu da ailelerin psikolojik sağlığıdır. Unutmamak gerekir ki, her insan bir gün engelli olma ihtimaliyle yaşamaktadır. Bu nedenle her bireyin onurlu ve değerli bir yaşam sürme hakkını savunmak, toplum olarak her bir canın kıymetini bilmek zorundayız. Engelli bireylerin yaşam kalitesi, aynı zamanda sağlıklı ve gelişmiş bir toplumun aynasıdır.
