Bir zamanlar bir esnaf, içine düştüğü ekonomik çıkmazı Başbakan’a fırlattığı yazarkasa ile anlattığında, manşetler bir çığlıkla yankılanırdı: “BIÇAK KEMİĞE DAYANDI...”
Bugün ise yazarkasalar raflarda tozlanıyor, çünkü artık kimsenin onu fırlatacak cesareti kalmadı. Yazarkasalar sessiz, esnaf ise çoktan susturulmuş. Türkiye artık feryat eden bir ülke değil, suskun bir tiyatro sahnesi.
Artık eleştirmek ve yazmak o kadar kolay değil, sadece cesurların işi...
Biliyorsunuz, ekonomide işler yolunda(!). Nasıl yolunda olmasın ki? Hükümet “Her şey kontrol altında” diyor. Döviz kurları mı? Eh, sadece 40’a dayandı. Zaten 40 güzel bir sayıdır. Kırk yıllık hatır, kırk gün kırk gece düğün… Kırk yıl hatırlanacak zamlar! Ancak, zamlar düğün hediyesi değil, ceplerimize saplanan hançerler artık...
Vatandaş, asgari ücretli, emekli aldığı maaşla ev kirasını mı ödesin, marketteki etiket savaşından mı galip gelsin? Yetmedi mi? Üstüne bir de elektrik, su, internet, telefon faturası ve doğalgaz zamları… Karnı doyan var mı? Yok! Ama diller lal, eller bağlı. Bir kilo etin fiyatını düşününce, eskiden oturduğumuz sofralar artık hatıralarda birer fotoğraf karesi gibi…
Ama siz asla şikayet etmeyin! Çünkü memlekette “şikayet” kelimesi neredeyse yasa dışı ilan edilmek üzere. Ekonomiyi eleştirmek ise terörle mücadele kapsamına alınırsa şaşırmayalım. Kaldır kafanı biraz, sosyal medyada iki çift laf et; hemen bir soruşturma kapında.
Bir zamanlar siyaseti fıkralarla eleştiren gazeteciler vardı. Bugün o mizahı yapmak, bıçak sırtında yürümek gibi. Yazdığın bir cümleyle kendini mahkeme koridorlarında bulabilirsin. “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiası, eleştirmenin maliyetinin en ağır faturası. “Beni eleştiriyorsan, benimle değilsen, demek ki teröristsin, FETÖ’cüsün” zihniyeti hâkim son zamanlarda.
Tohumun fiyatını soruyoruz, altın değerinde. Gübre ve mazot derseniz, dolar kuruyla yarışıyor. Oysa tarım ülkesi değil miydik? Şimdi çiftçi topraktan değil, borçtan ürün topluyor. Ama o da suskun… Çünkü toprağı işlemeyi bıraktı, artık “ses çıkarmamayı” öğreniyor.
Sanayi mi? Bir zamanlar üretim, şimdi iflas... Sanayiciler için üretim yapmak, ekonomik kriz labirentinde yol bulmak kadar zor. Üretimin maliyeti artık hayal gücümüzün ötesinde. Fakat bu koşullarda bile “pes etmek, ses çıkarmak” suç sayılacak neredeyse.
Kepenk indiren dükkanlar, ekonomik kriz romanının dramatik sahneleri… Ancak sokakta bağıran yok. Çünkü eleştiren, bir şekilde susturuluyor.
Soruyorum: Demokrasi, özgürlükler ülkesi değil miydik? Eleştiri, düşünce özgürlüğünün can damarı değil miydi? Şimdi eleştirenler damgalanıyor. Terörist, hain ya da daha kötüsü… İnsanlar neye “itiraz” edeceklerini şaşırmış durumda. Suskunluk ise vicdanların çürüdüğü bir mezarlık gibi.
Her susturulan ses, bir gün milyonların ortak çığlığına dönüşür. Çünkü halk, sadece açlıkla değil, onuruyla da yaşar. Onuru ayaklar altına alınan halk, zamanı geldiğinde sustuğu kadar güçlü bir şekilde konuşur. Ve tarih, hakikati konuşmayı göze alanları yazar; susanları değil…
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ne ithafen...
Kalın sağlıcakla...